KİŞİSEL SİTEME HOŞGELDİNİZ_KADİR SERKAN ORDU
   
  KADİR SERKAN ORDU
  AHMET ORDU'DAN...
 


Ahmet Ordu, 1950’de Akşehir’in Gölçayır Kö-yü’nde doğdu. İlkokulu köyde, ortaokulu ve öğret-men okulunu Akşehir’de okudu. 1969’da öğretmen-liğe başladı. Kırşehir ve Afyon’un köylerinde çalıştı ilk yıllar. 1978’de Buca Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’nü bitirdi. On dokuz yıl İzmir’in çeşitli lise-lerinde görev yaptı. I997’de emekliye ayrıldı.
   Yazar seksenli yıllarda öykü yazmaya başladı. Ürünleri İmece, Varlık, Temmuz, Gerçek Sanat der-gilerinde yayımlandı. İlk öykülerini topladığı “Yü-zünde Gözyaşı Yüreğimde Sancı” adlı eseri I996’da Park Yayınevi, anı ve öykülerinin yer aldığı “Dört-nala Sürüyor Atını Zaman” adlı eseri ise 2004’te Etki Yayınevi tarafından basıldı. Yazarın bir de son öykülerini topladığı “Ziyaret” adlı dosyası bulun-maktadır.
  Yazar sitenin sahibi Kadir Serkan Ordu 'nun amcasıdır.

ANI / AHMET ORDU

 

 

 

MİNNET

 

Güneşin biraz daha solduğu, yaprakların sararıp dökülmeye başladığı günlerdir. Buğday, fasulye harmanlarından sonra güz meyvelerini toplayan Gölçayırlı çiftçiler, pancar sökümüne girişmişlerdir bu kez. Gün boyu, sökülen pancar yığınlarının etrafın-da, her yaştan kadınlar, kızlar, erkekler; ellerindeki bıçaklarla şakır şakır pancar kes-mektedirler. Bir yandan da yaprağından, toprağından arınmış pancarlar traktör rö-morklarına, at ya da öküz arabalarına yüklenip kantara çekilmektedir.

O sabah Malkoç Memet de, köyden getirdiği sekiz on işçiyle kesime başlar. Güneş tepeye doğru yükseldikçe, sabahın kırağısı da yavaş yavaş kalkar. İşte, ellerin, ayakla-rın giderek ısındığı o sıra, çalışanlar trenin acı düdüğüyle irkilirler. Başlar, bir anda tarlanın alt tarafındaki tren yoluna çevrilir. Akşehir istikametinden gelen tren, düdü-ğünü kesmez. Yol gibi uzayıp giden çığlık, tüyleri diken diken eder. Bir anlam veremez-ler bu ötüşe köylüler. Yolda tehlike arz eden bir durum -bir insan, at araba, ya da mal maşat- olsa; düdüğün kesik kesik öteceğini bilirler. Bu, farklı bir durumdur...

Tren katarı gözlerinin önünden, ötüşünü sürdürerek, Afyon istikametine doğru yo-luna devam ederken, Malkoç Memet o an, gayri ihtiyari, kolundaki saate bakar. Bakar bakmaz da, “On Kasım!” der. “Analar, bacılar, kardeşler; bakın saat dokuzu beş geçi-yor... Bu gün, On Kasım... Şu an, Atatürk’ümüzün öldüğü an... Tren, yasımızı bildiri-yor bize; bu yüzden acı acı ötüyor!...”

Ellerdeki bıçaklar durur; doğayı saran koca güz, daha bir katmerlenip yüreklere çöreklenir...
Yetmişini aşmış Nazik Nine yerinden doğrulup, “Kalkın!” der işçilere, “saygıya duralım...”
Oturanlar birbirlerine bakarlar. Gözlerde ışıklar yanar söner, yüzler ışılar; derken davete uyup hep birlikte saygı duruşuna geçerler.
O sessiz duruşta, her biri okullu yıllarını anımsar. On Kasım’lar, yarıya çekilen bayraklar, Atatürk’ün güz çiçekleriyle süslenmiş resimleri gözlerinin önüne gelir. Bazı bazı da Atatürk’ün sesini duyar gibi olurlar...
Sonra Nazik Nine, “On Kasım olur da şiir okunmaz mı hiç?” deyip, ta öğrenciliğin-den aklında kalan ‘Büyük Yas’ şiirini okumaya başlar:

Düğün olsa, bayram olsa donanmam
Yalan imiş bu dünyaya güvenmem
Atatürk’e ölmüş derler, inanmam
Türk oğluyum öksüz kaldım ağlarım
Yas çekip de kareleri bağlarım

Dumanlansın dağlar, kırılsın taşlar
Yaprağını döksün bütün ağaçlar
Ağlasın bu vatan, ağlasın gençler
Türk kızıyım öksüz kaldım ağlarım
Ah çekip de kareleri bağlarım

Şiiri dinlerken herkesin içi bir hoş olur. Nazik Nine daha bir yücelir gözlerinde. Ancak hüznün yanı sıra çocukça bir sevinç de dolar yüreklere. Hep birlikte alkışlarlar Nazik Nine’yi.
Bu kez Ayşe Teyze, çocukça bir kıskançlıkla, “O okur da ben okuyamaz mıyım?..” deyip ayağa kalkar, “Unutma!..” diyerek başlar şiirini okumaya:

“Bir avuçtan fazla insan değildik
Bize dünya düşman oldu, yenildik
Bilirlerdi şan vermişti eski Türk
Sandılar ki can vermişti eski Türk
Topumuzu, süngümüzü aldılar
Düşmanları ülkemize saldılar
Zalim düşman sürü sürü askerle
Arkamızdan bizi vurdu hançerle
Minareler duyguları var gibi
Der, “Bizi kurtar, bizi kurtar ya Rabbii”
Zalim düşman şehirlere kapandı
Bu yıkılan baştan başa vatandı
Ey Türk kızı,
Ey Türk oğlu, ibret olsun bu sana
Sakın koyma yabancıyı vatana...

İşçiler, altmışına merdiven dayamış Ayşe Teyzeyi de çokça alkışlarlar. Sonra yeni-den işlerine koyulurlar. Bu kez ellerindeki bıçaklar, daha bir şevkle şakırdar...

Bir ara Malkoç Memet, “Köye varıp geleceğim,” der işçilerine, “bir iş için...” Mavi traktörüne atlayıp, tozu dumana katarak gider köye. On on beş dakika sonra da, kucağında kocaman bir kutuyla çıkar gelir. “Molaa!” der çalışanlara. Ardından da, “Analar, bacılar, kardeşler... Bu lokumu, bu büsküviyi Yüce Ata’mızın ruhu için yiye-lim...”deyip, başlar dağıtmaya... “Eğer bugün bu pancarlarımız şekere çevriliyorsa; şu lokumu, büsküviyi afiyetle yiyebiliyorsak şimdi, O’nun sayesindedir, değil mi?..”
“Elbette,” diye karşılık verirler işçiler, “elbette...” Lokumları, büsküvileri çiğnedik-çe, her birinin gözleri dolar. Daha bir sevgiyle bakarlar birbirlerine. Sevgiyle bakarlar ellerindeki pancarlara, uzaktaki dağlara, gökteki top top bulutlara; sevgiyle bakarlar uçan kuşlara, dallara, yapraklara... 

 

 
 
  15.12.2007'Den Beri 22386 ziyaretçi (40348 klik) kişi burdaydı!  
 
ZİYARETİNİZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM_YİNE BEKLERİM Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol